16 Nisan 2010 Cuma
13 Nisan 2010 Salı
Sen Sen Sen...
Sen Sen Sen
Bir dağbaşı yalnızlığı yaşıyorum yeniden.,
Dağbaşı yalnızlığı ölümden beter.
Hiç kimse aramasa sormasa beni
Sen gelsen yeter..
Huzur ellerinin güzelliğidir.
Gözlerin karşımda mutluluk denizi.
Her sabah soframızda ekmeğimizi
Sen bölsen yeter..
Yüreğim seninle yaylalar kadar serin
Ne bir çizgi hasret, ne bir nokta gam
Yayla dumanı gibi gözlerime her akşam
Sen dolsan yeter..
Bende çaresizlik sonsuz kördüğüm.
Bende sabır sende naz..
Gündüzünden vazgeçtim düşümde biraz
Bir yüz görümlüğü sen olsan yeter..
Duymasa da hiç kimse şâir gönlümün,
Sende karar kıldığını...
Ve içimin şerha şerha yarıldığını,
Sen bilsen yeter..
Bir gün duysan bittiğimi, tükendiğimi..
Çıkıp gelsen uzaklardan korkulu ürkek..
Bir incecik dal gibi üzerime titreyerek,
Eğilsen yeter...........
Yavuz Bülent Bakiler
11 Nisan 2010 Pazar
Sebepsiz Bir Yürek Ağrısı...
SEBEPSİZ BİR YÜREK AĞRISI
Sebepsiz bir yürek ağrısı...
Şurda, yüreğimin tam şu köşesinde...
Ah! Sanki sayılı günlerim...
Sanki günlerimin sonunu yaşarken haberdar olacaksın duygularımdan...
Ve sanki her şey artık çok geç olacak...
Say ki yâr, üç günlük ömrümün son üç günü...
Hangisine koyabilirim seni?...
Hangisini ayırmalıyım ki sana,
Günsüz kaldığım gün, pişmanlık takılmasın ebediyetime...
Seni ilk günümde yaşarsam,
Aradan iki gün geçecek sonuma kadar...
Ve bir özlem hakim olacak ruhuma...
Seni özledikçe bir pişmanlık kemirecek duygularımı...
Duygularım kanadıkça, ben de ardında yok olacağım yâr...
Farzet ki ikinci günüm senin...
Niye dün yoktun hayatımda?...
Seni iki gün yaşamak varken,
Ben niye sana sadece bir gün doymaya çalıştım?...
Bu düşüncenin aklıma takıldığını düşünsene!...
Eyvah yâr!...
Çıkmaz bir sokakta sıkıştırılmış sokak çocuğu gibiyim...
Kör kuyularda kalmış Yusuf gibiyim...
Zindanlarda hayat sürmüş bir yalnız gibiyim...
Seni son günüme koysam,
Ve günümü bitirirken de elimi sen tutsan...
Gözlerimin son gördüğü olsan,
Ve yanımda sıcaklığını son hissettiğim...
Yetmez yâr!...
Ne faydan olacak senden sonra bana?...
İlk'imde, an'ımda veya son'umda...
Hangi zamanımda olursan ol...
Bana bengisu gibi anlam bırakmalısın...
Sonsuzluk şerbetini içirmelisin ruhuma...
Hayatıma değecek bir tat iliştirmelisin hiçliğime...
Sana teşekkür borcum bulunmalı yaşama dair...
Beni hazırlamalısın ebedî saadete...
Karar verdik mi yâr?...
Hangi günümde olacaksın, şu son üç günümde?
İlkinde olup son ikisine özlemle mi.....
İkincisinde olup dünküne hasretle mi.....
Üçüncüsünde olup öncekilere pişmanlıkla mı.....
Yoksa..........................
Üç günlük ömrümün üçünde de olup,
"İyi ki"lerimle.....
"Ne güzel"lerimle.....
"Eyvallah"larımla.....
"Sen"inle...........................
Hayatımın her an'ında ol yâr...
An'ımın Sahibi'ni unutturmadan...
Meltem Büşra
9 Nisan 2010 Cuma
Unutursun! Deyişine...
Unutursun! Deyişine
“Unutursun! ” deyişine
unutmak, yıldızların ciğerine saplanan
bir lâle yaprağına gömmektir sevgiliyi
unutmak, bir kaktüsün küllerinde ansızın
alevli bir tapınak eylemektir sevgiyi
unutmak, semendere zehir sunmaktır, gülüm
taş dolu yüreklerin lügatinde bulursun
unutmak, sessizliğe yine kanmaktır, gülüm
unutulursa şair, sen de unutulursun
bir dağın bir kuyuya tıhum ektiği yerde
balığın yüzgecinden irin döktüğü yerde
kralın, kölelerin emrinde yürüdüğü
geminin bir köpükte okyanus aradığı
ay’ın arzı terkedip gökte durduğu ândaa
serseri bir kurşunun ay’ı vurduğu ânda
başını ellerinin arasına al ve dur
işte o lahza gülüm, bu can seni unutur
unutmak, bir saatin kırılan camlarında
zamanı çürüterek öldürmektir sevgiyi
unutmak, bayramlığı giydirilen çocuğun
aldatılan göğsünde vurmaktır sevgiliyi
unutmak, bir ülkenin tozlu kaldırımlarında
taşlara boğdurmaktır yağız atlı yiğidi
unutmak, susturmaktır yolların ayrımında
şairlere can veren muhteşem bir ağıdı
unutmak, koparmaktır çiçekleri dalından
sisli bir yalnızlığın ekseninde bulursun
unutmak, ayırmaktır arıları balından
unutulursa şair, sen de unutulursun
Nurullah Genç
8 Nisan 2010 Perşembe
Unut...
Unut
Yağmur tanesini
Unut
Saçların rengini gözlerin karasını
Unut
Şarkıları
Sarı defter yapraklarını
Baktığın aynaların arkasını unut
Unut
Kahverengi fotoğrafları
Adresleri unut
Rüzgarı
Rüzgar değince ağlatan saçlarını
Unut
Sil bütün isimleri
Yak resimleri
Olmasınları olmayacakları olmadıları unut
Bak yoksun
Yokluğunu unut
Bak gitmişin
Gitmeleri unut
Varsın keşke desin bir ses içinden
Keşkeleri unut oysaları unut
Gözlerini unut
Bu şehri unut
Kor gibiyken içimde
Kendin gidip beni burda kor gibilerini unut
Unut
Unuttuğunu
Islak incir tanelerini
Zeytinin rengini
Ekmeğin buğusunu
Sen mi geldinleri unut
Unut işte
Unutmak en iyisi
Unut iyisi mi
Unut
Yıldız yıldız
İstanbul istanbul
Akşam akşam
Yavaş yavaş
Şarkı şarkı
Nasıl diyorlarsa nereye koyarsın böyle bir aşkı
Öyle unut
Hiçbir yere koyamadığım bu aşkı
İbrahim SADRİ
6 Nisan 2010 Salı
3 Nisan 2010 Cumartesi
2 Nisan 2010 Cuma
Gül Lütfûndan Şu Sineme Hâr Düşer...
Avuçlarımdan yere inci inci zâr düşer
Kudretle alnıma bir uzun intizar düşer
Hüsnünün karşısında bülbül olamadım da
Yine de gül lütfûndan şu sineme hâr düşer
Ben hâlâ yanıyorum, gönül unutmadı ki
Nitekim nisyanın kalktığı yere nar düşer
Pay etmiş adaletle güya canan zamanı
Bilmem neden hep bana uzun sonbahar düşer
Vuslat ümidi bile gençleşmeme yeterken,
Bir lahzalık firakla gönlüm ihtiyar düşer
Kelime yârla başlar, hece müdamdır yârla
Ve cümlenin sonuna nokta gibi, yâr düşer
Bir baktın ki sevgili parçaladın kalbimi
Sanırsın sinem üstüne şak-ı Zülfikâr düşer
Ey kalkanı hâr, ölme ne olur başka yerde,
Sinem kabristanında sana da mezar düşer
Çarhı almış figânım, ay utanıp saklanır
Derdime sema ağlar, tek tek yıldızlar düşer
Çözdüğün zaman hani zülfün dudak büker ya
Kalbimin en sıcak noktasına kar düşer
Sual ederler benden “Seviyor musun hâlâ?”
Dudağımdan cevaben sükûtla ikrar düşer
Mustafa TANRIKULU