31 Mart 2010 Çarşamba

Üşüyorum...



Üsüyorum...

Yüregim üsüyor...

Uzun bir mektup yazmak gecti icimden bu aksam, satirlara mürekkep gibi akmak istedim, gözyaslarimla sulamak istedim kelimelere dönüsen duygularimi, en güzel renkte acsin diye beyaz sayfada yüregim... Oynatmak istedim kalemi parmaklarimin arasinda, satir satir kalbimi dökmek istedim, eritip yüregimi.. Masanin köşesinde duran kirmizi mumun üzerine, hic sönmezcesine yazmak istedim sabaha kadar... Eridikce yanmak, yandikca erimek istedim, yazdikca satirlarda kaybolmak istedim...



Uzun bir mektup yazmak gecti icimden bu aksam... yüregimden bahsetmek istedim, kime neden kirildigimdan, kimin beni neden yanlis anladigindan, neden her aksam ağladiğimdan, neden sustugumdan... Yüregimdeki yaradan bahsetmek istedim... Kime yazacagim sorusu aksamin geceye dam tuttugu anda vazgecirdi beni bu fikirden... kime yazacaktim ki....



Adres bölümüne kimin adini yazacaktim, kac kurusluk pul yapistiracaktim, hangi zarfa yüregimi sigdiracaktim...



Saat gece yarisi, kapina geldim...

Yüregim üsüyor, yangin yeri yüregim...

Ac ne olursun bekletme beni...

Anlatamadim kendimi... bana verdigin konusma nimetini sükrüyle eda edemedim...

Bagisla beni...

Anlasilmayi bekledim... Heyhat... Sen dururken neden baska kapilar caldim...

Sana ne uzun bir mektup yazmam nede yanlis anlasilmaktan korkmak gerekir...

Kalbimle benim aramda olan sen degil misin, şah damarimdan daha yakin olan sen...

Yüregim sana ayan, her kalbimin carpmasi sana halim beyan...

Beni sen anliyorsun ya...

Neyleyim dili ,neyleyim kelimeleri...

Beni yalniz birakma ne olur kapina geldim bekletme beni..

yalnizlikdan cok ürküyorum, kime bel bagladiysam karanliga itti beni...

bagisla beni, artik senden baska kimseye dayamam sirtimi, asami attim Rabbim...

Hakikata daldir beni...

YÜRÜYELİM SENİNLE İSTANBUL'DA

YÜRÜYELİM SENİNLE İSTANBUL'DA

Kırmızıyı sevdiğini bilseydim
hayallerim kıpkırmızı olurdu
İstanbul hala güneşin ardında
ufuklarında birkaç kara leke
birkaç kan pıhtısı dudaklarında
İstanbul hala sevimli mi sevimli
ve hala bir tomurcuk tadında
yürüyelim seninle İstanbul’da
korkusuz bir rüyadır
bekler bizi Beykoz’da, Üsküdar’da
birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü
yenilgisiz bir muamma gibidir
arar buluşmayan ellerimizi
deli rüzgar yine sarhoş, hovarda
tam orada, Çamlıca yokuşunda
birkaç bulut çekelim gökyüzünden
damarlarımızdan geçirelim ve birden
bırakalım suların üzerine
sen bir defa konuş, sen bir defa gül
kumlu ebrular yapalım seninle
serpmeli ebrular, bülbülyuvası
hercaimenekşe, gonca ve sümbül
yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında
yürüyelim seninle İstanbul’da
boğaziçi mağrur türkülerini
gözlerine baka baka söyleyin
martılar üşüyünce
denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi
anlayabilir misin
neden çıban gibi büyür bağrımda
büyür de kelebek olur bu sızı
kırmızıyı sevdiğini söyledin
bu yüzden mi günlerdir
İstanbul’da gül kokusu yayılan
tepeler kırmızı, sular kırmızı
İstanbul bilmeli ki, sahillerine
mehtabı taşıyan senin bakışlarındır
İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler
önce senin yüreğine açılır
uzaklarda bir yerde
toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın
parmaklarında hüzün
sana doğru akan nehrin
ağlayan suretidir
bir elimizde umut
bir elimizde sevda
yürüyelim seninle İstanbul’da
musiki kesilsin, tükensin yazı
çaresiz kalınca mızrap ve şiir
ozan bir kenara bıraksın sazı
ressam fırçasına neden mi kızgın
tuvalde çizgiler, renkler kırmızı
kırmızıyı sevdiğini bilince
çekilir mi artık güllerin nazı
Anadolukavağı’nda her akşam
burcu burcu bir rüyadır hayalin
karanlık, hüznünü düşürür dağa
kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar
endamın her sabah iner toprağa
hasret, yanlızlığı çoğaltan deniz
ayrılık acıyla süzülür kandan
nefesin fermandır Topkapı Sarayı’nda
dönüşünü bekliyor rıhtımda şehzadeler
öylesine yorgun, mahzun ve candan
İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda
uykusundan uyanınca fırtına
dalgalar türkümüze aşina olur
yüzümüze bakınca deniz fenerleri
sahibini arayan gemilerin
çığlığıyla vurulur
tarih heyelandır hainlerin ardında
İstanbul tarihin soylu anası
biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız
sevdayı kız kulesi’nden
yalıların burukluğu altında
geçiyoruz sokaklardan delice
anlayabilir misin
beyoğlu’nda gezinen
hayal kırıklığının benden türediğini
anlayabilir misin
kırmızı neden böyle
doldurur aynalara inleyen yüreğimi
sana giden yolların kavşağında
bir adam direniyor izini bulmak için
siliyor tanyerine akan alın terini
ufkunda sapsarı umudun rengi
mavi yitik, beyaz kızgın ve siyah
arıyor sessizce kaybolan günlerini
Gülhane’de simit satan çocuklar
nasıl anlasınlar ellerimizin
neden böyle çekingen olduğunu
Ayasofya önünde tramvay bekleyenler
gökyüzüne dokunurken bu acı
kimdir diye sorsunlar içlerinden
birlikte yürüyen iki yabancı
biz gitsek de, İstanbul’da yine de
yıllar yılı gezinmeli bu sızı
benden bir yaralı şiir kalmalı
senden bir tebessüm, bir de kırmızı
Nurullah GENÇ

26 Mart 2010 Cuma

Seni Severdim..



Yazık ne mazi yazık..
Anlatmaya yoruldum..
Sen benden vaz geçince..
Ben o gün de vuruldum..

Yazık günah ben oysa..
Kardelen gibi..
Acıyla boy veren gibi..

Seni severdim..
Hüznün koynunda..
Seni severdim..
Hem uyanık, hem uykumda..
Seni severdim..
Ve sana rağmen yine severdim..
Dar ağacı ip boynumda..
Sen aşkı anlamaz bilmez..
Gül yansa ağlamaz sakin..
Ben akmayan göz yaşında..
Seni severdim..
Sen hisli korkak savaşçı..
Aşkı kime satmış hain..
Ben her savaş meydanında..
Seni severdim..

Yazık ah mazi yazık..
Bir yalnızlık, bir vurgun..
Sen benden vaz geçince..
Ben o gün de vuruldum..

Yazık günah ben oysa..
Pervane gibi..
Ateşle can veren gibi..

Seni severdim..
Hüznün koynunda..
Seni severdim..
Hem uyanık, hem uykumda..
Seni severdim..
Ve sana rağmen yine severdim..
Dar ağacı ip boynumda..
Sen aşkı anlamaz bilmez..
Gül yansa ağlamaz sakin..
Ben akmayan göz yaşında..
Seni severdim..
Sen hisli korkak savaşçı..
Aşkı kime satmış hain..
Ben her savaş meydanında..
Seni severdim..

YAĞMUR KAÇAĞI



YAĞMUR KAÇAĞI

Elimden tut yoksa düşeceğim..
Yoksa bir bir yıldızlar düşecek..
Eğer şairsem beni tanırsan..
Yağmurdan korktuğumu bilirsen..
Gözlerim aklına gelirse..
Elimden tut yoksa düşeceğim..
Yağmur beni götürecek yoksa beni..
Geceleri bir çarpıntı duyarsan..
Telaş telaş yağmurdan kaçıyorum..
Sarayburnu'ndan geçiyorum..
Akşamsa eylülse ıslanmışsam..
Beni görsen belki anlayamazsın..
İçlenir gizli gizli ağlarsın..
Eğer ben yalnızsam yanılmışsam..
Elimden tut yoksa düşeceğim...

Attila İLHAN

Amin.. Amin.. Amin..



Allahım! Sen benim Rabbim, Hâlikım ve İlahım olduktan sonra, iki dünya hayatını kaybetsem de, bütün dünya bana düşman olsa da önem vermem. Çünkü ben Senin mahlukun ve masnuunum. Sonsuz günahlarımla ve insanı mükerrem kılan sair değerlerden uzaklığımla birlikte Senin ile bir intisab cihetim var.

İşte senin böyle bir mahlukunun lisaniyle yalvarıp yakarıyorum; ey Hâlikım, ey Rabbim, ey Razıkım, ey Malikim, ey Musavvirim!

Allahım! Güzel isimlerinin, ism-i azamın, Furkan-ı Hakimin, Habib-i Ekremin, kelâm-ı kadimin, arş-ı azamın, bir milyon kere “kul hüvellahu ehad”ın hürmetine bana merhamet eyle ya Allah, ya Rahman, ya Hannan, ya Mennan, ya Deyyan! Beni bağışla ey Gaffar, Settar, Tevvab ve Vehhab olan Allahım! Beni affet ey Vedud, Rauf, Afuv ve Gafur olan Rabbim! Bana rahmetinle lutfeyle ey Latif, Habir, Semi ve Basir olan Allahım! Günahlarımı affet ey Halim, Alim, Kerim ve Rahim olan Allahım! Bizleri doğru olan yola ilet ya Rab, ya Samed, ya Hâdi. Fazl ve kereminle bana ihsanda bulun ya Bedi, ya Baki, ya Adl, ya Hû! Kalbimi ve kabrimi iman ve Kur'an nuruyla canlandır ya Nur, ya Hak, ya Hayy, ya Kayyum. Ey mülkün sahibi, ey celâl ve kerem sahibi, ey Evvel ve Âhir olan, ey Zâhir ve Bâtın olan, ey Kavi ve Kadir olan! Ey Mevlâm, ey Gafur, ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allahım!
Kur'an'daki ism-i âzam ve kâinat kitabındaki büyük sırrın olan Muhammed aleyhissalâtu vesselâm hürmetine bu güzel isimlerinden kalbime, bedenime ve ruhuma ism-i azamın nurlarını saçacak bir pencere aç! Bu sahife kabrimin tavanı olsun ve bu isimler de ruhuma hakikat güneşinin ışınlarını saçacak pencereler olsun!

İlâhi! Kıyamete kadar bu isimlerle dua edecek ebedi bir dilimin olmasını temenni ediyorum. Dolayısıyla, benden sonra şu baki nakışları, geçici olan dilime bedel kabul eyle.

Allahım! Efendimiz olan Muhammed'e salât ve selâm eyle. O salâtla bizi tüm korkulardan ve afetlerden kurtar; bütün günahlarımızdan temizle, bütün günahlarımızı ve hatalarımızı bağışla, tüm ihtiyaçlarımızı onunla gider. Ey bütün dualara cevap veren Allahım! Ben yaşadığım sürece ve öldükten sonra da her anda bana onun kat katını ver. Bir milyon salât ve selâm ve bunun iki katı ve onun da kat katı efendimiz Muhammed'e, âline, ashabına, ensarına ve etbaına olsun. Bu salavatların her birini, hayatım boyunca işlemiş olduğum günahlarım sayısınca çoğalt. O salâtların her biri vasıtasıyla günahlarımı bağışla, merhamette bulun. Bana rahmetinle muamele et, ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allahım!

Bediüzzaman..

24 Mart 2010 Çarşamba

Sen / Ben




Sen

Sen: Çamlı dağlardan ağaran şafak...
Sen: Duru göllerin nilüferisin.
Sen: Engin ovada sararan başak...
Sen: Umut kaynağı, alın terisin.

Sen: Gökte yıldızsın, uykularda düş...
Sen: Yeşil ekinsin, sen beyaz gümüş..
Sen: Mavi denizsin sise bürünmüş...
Sen: Sevda sırrının düğümlerisin.

Sen: Her güzelliğin canlı sergisi...
Sen: Kalp yarasının em'i, sargısı...
Sen: Benim dileğim, Hakk'ın vergisi..
Sen: Gönlümde saplı aşk hançerisin.

Sen: Koyu gölgesin yaz sıcağında..
Sen: Olgun meyvesin dal kucağında..
Sen: Korsun, alevsin aşk ocağında..
Sen: Gadir Allah'ın şaheserisin.

Sen: 'Ben'sin, gel gör ki ben 'sen' değilim..
Sen: Benim düşüncem, ruhum ve dilim..
Sen: Benim gözlerim, ayağım, elim...
Emin ol, sen bana benden berisin.


Abdurrahim Karakoç



Ben

Ben: Karlı dağların deli rüzgârı..
Ben: Tozlu yolların demirbaşıyım.
Ben: suyu kurumuş sevgi pınarı...
Ben: Toprak bekçisi, mezar taşıyım.

Ben: Hep yıllar yılı kanayan çıban...
Ben: Fikir sürüsün yitiren çoban.
Ben: Hayâl peşinde çarıksız taban...
Ben: gurbet ağzında bulgur aşıyım.

Ben: çürük bir gemi aşk denizinde..
Ben: Yağmur damlası dostun izinde.
Ben: Yanıp kül oldum aşkın közünde...
Ben: Kara sevdanın dert yoldaşıyım.

Ben: Koyu düşmanım yersiz gülüşe..
Ben: Düşüvermişim bitmez bir düşe.
Ben: Bıldır ağlarım bu yıl ölmüşe...
Ben: Bensiz duygunun ilk savaşıyım.

Ben: Gönlü aklına uymayan deli..
Ben: Az düşünceden doymayan deli.
Ben: Beni ben diye saymayan deli...
Bırakın, ben benden uzaklaşayım..

Abdurrahim Karakoç

Diyorum ya; SEN FARKLISIN!



Diyorum ya; SEN FARKLISIN!


Yoruldum hayattan..
İmkansızlıklar içinde kayboldum yokluğunda.
Özledim seni! Uçurum kenarında gibi..

Atlasam mı diye düşünüyorum kimi zaman.. Uçurumdan aşağı bakıyor hayat..
Rüya gibi. Düş gibi..
Bekle beni geliyorum. Koşuyorum sana. Ağlıyorum uğrunda.

Hayat depar atıyor bana. Yetişemiyorum hızına. Koşuyorum. Koşuyorum..
Ağlıyorum uğrunda.

Yoksun yanımda.. Gözlerimden akan yaşlar deliyor yüreğimi..
Yağmur altında dolanıyorum kimi zaman..Islanmaksızın.

Hayat bana yalanını söyledi. Aldattı beni.. Vurdu derinden.. Kırdı kalbimi..

Yazmak, söylemekten ne kadar da kolay değil mi? Ama dile getirmek gibisi de
yok. Hep istedim sana dile getirmeyi ama.. İşte böyle boğulmak yoruyor beni.
Hayatımda hiçbir zaman yorulmadım kendimi ifade ederken, ama diyorum ya; sen
farklısın. Sözcüklere sığdıramazsın ya bazen yaşadığın anları; her karşıma
çıkışın, duruşun, bakışın, gülüşün, susuşun, konuşuşun, kısacası,
yanımdayken ya da değil, yaptığını hissettiğim herşey düğümlüyor
sensizliğimi dilimde..

Diyorum ya; SEN FARKLISIN!

Sen; benim yalnızlığımsın.. Unutamadığım ilk yanımsın.. Kalbime hapsettiğim
son yanım..

Sensiz olmuyordu.. Hayır.Olmuyordu! Belkide sana söylediğim en büyük yalan
buydu. Söylediğim tek yalan!!

Diyorum ya; SEN FARKLISIN!

18 Mart 2010 Perşembe

Hz. Ali'nin Rabbine Yakarışı...



Ey ihsanı bol Allah'ım!
Sana hamd ederim.
Ey yegane Rab'bim!
Senin önünde eğilirim..
Yücesin kullarından dilediğine sonsuz nimetler verirsin....
Dilediğini hüsrana uğratırsın.
Ey Yaradanım!
Sana sığınırım.
Varlık ve darlık zamanında sana yalvarırım.
Gerçi günahlarım çok fakat senin affın ondan daha büyüktür.
eğer sende beni kapından kovarsan kime sığınırım?
Kimden medet beklerim bana başka kim şefaatci olur?
Senin büyüklüğün önünde boyun eğdim secdeye kapandım.
Beni affına boğ, azabından esirge Allah'ım!
Dünya'dan sıyrılıp huzuruna gelirken beni
Kelime-i Tevhid'den ayırma..
Senin narın da hoş nurunda hoştur.... Senin rahmetinden ümit kesmek ne boştur!
Mal ve oğulların fayda vermediğin o korkunç günde senin affına ulaşmak isterim.
Sen bana yol gösterirsen hiçbir vakit
yolunu şaşırmam.
Eğer senin affın sadece iyilere olacaksa kötüleri kim bağışlayacak?
Belki iyilerden değilim ama en kötülerdende değilim..
Günahım büyük ama affın ondan daha büyük..
Günahlarımı düşündükçe gözlerimden yaşlar dökülüyor.
Sen beni öyle yarattın ki senden başkasına dönemem.
Umudum sensin ama endişem de şudur;
Ya beni kapından kovarsan nereye giderim?
Herkes uykudayken senin şu kulun ellerini açmış sana yalvarıyor!
Bu kulu mahçup etme!
Ey Muhammet Mustafa'yı gönderen Rabbim!
Bizi imandan Kur'an'dan İslam'dan ayırma..

Son Mektup...



Şehit Mehmet Tevfik ,

Yüzbaşı (Kolağası) Mehmet Tevfik , Çanakkale harbinde bir İngiliz mermisiyle yaralanmış ve şehit olmadan önce şu mektubu yazmıştır.


“Sebeb-i Hayatım,

Sevgili Babacığım ve Valideciğim!

Arıburnu'nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan ve pantolonumdan
kurşun geçti hamdolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra göreceğim
muharebelerden kurtulacağımdan ümidim olmadığından bir hatıra olmak üzere
şu yazılarımı yazıyorum.


Hamdü senâlar olsun Cenab-ı Hakk'a ki beni bu rütbeye kadar isal etti.
Yine mukadderatı ilahiye olarak beni asker yaptı. Size de ebeveynim olmak
dolayısıyla beni vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetiştirmek
mümkün ise öylece yetiştirdiniz. Sebeb-i Feyz-ü refikim ve hayatım
oldunuz. Cenab-ı Hakk'a ve sizlere çok teşekkür ederim.


Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı hak etme zamanıdır. Vazife-i
mukaddese-i vataniyeyi ifaya cehdediyorum. Rütbe-i şehadete suudedersem
Cenab-ı Hakk'ın en sevimli kulu olduğuma kanaat edeceğim. Asker olduğum
için bu her zaman benim için pek yakındır sevgili babacığım ve
valideciğim. Göz bebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezihciğimi evvela
Cenab-ı Hakk'ın saniyenin size himayenize tevdi ediyorum. Onlar hakkında
ne mümkünse lütfen yapınız.

Oğlumun talim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte lütfen sayediniz.
Servetimizin olmadığı malumdur. Mümkün olandan fazla bir şeyi isteyemem
istesem de pek beyhudedir. Refikama hitaben yazdığım matuf mektubu lütfen
kendi eline veriniz. Fakat çok müteessir olacaktır o teessürü izale
edecek vechile veriniz. Ağlayacak üzülecek tabii teselli ediniz.
Mukadderat-ı ilahiye böyleymiş. Malumat ve düyunatın hakkında refikam
mektubunda laf ettiğim deftere ehemmiyet veriniz. Münevver'in hafızasında
veyahut kendi defterinde mukayyet düyunat da doğrudur. Münevver'e yazdığım
mektubum daha mufassaldır kendisinden sorunuz.

Sevgili baba ve valideciğim.

Belki bilmeyerek size karşı birçok kusurlarda bulunmuşumdur. Beni
affediniz hakkınızı helal ediniz ruhumu şadediniz işlerimizi
tavsiyesinde refikama muavenet ediniz ve muin olunuz.

Sevgili Hemşirem Lütfiyeciğim.

Bilirsiniz ki sizi çok severdim. Sizin için vesayimin yettiği nisbette ne
yapmak lazımsa yapmak isterdim. Belki size karşı da kusur etmişimdir beni
affet mukadderatı ilahiye böyleymiş hakkını helal et ruhumu şadet
yengeniz Münevver hanımla oğlum Nezih'e sen de yardım et sizi de Cenab-ı
Hakk'ın lütuf ve himayesine tevdi ediyorum.

Ey akraba ve ehibba ve evda cümlenize elveda cümleniz hakkınızı helal
ediniz. Benim tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun. Elveda elveda
cümlenizi Cenab-ı Hakk'a tevdi ve emanet ediyorum.

Ebediyen Allah'a ısmarladım.

Sevgili babacığım ve valideciğim.

Oğlunuz Mehmet Tevfik

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE






ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünya’da eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi
- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya -
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde - gösterdiği vahşetle "bu: bir Avrupalı"
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahpesi, yahud kafesi!



Eski Dünya, yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer!
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;
Sade bir hadise var ortada: vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela..
Hani tauna da züldür bu rezil istila.
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahluk-u asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyle sefil.
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına,
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.
Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz..
Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz!
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: eder her biri bir mülkü harab.



Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı,
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin,
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,
O ne müthiş tipidir: savrulur enkaaz-ı beşer..
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak
Boşanır sırtlara, vadilere sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler.
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından,
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?
Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkam.



Sarılır indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-u beşer;
Bu göğüslerse Hüda’nin ebedi serhaddi
"O benim sun'-u bediim onu çiğnetme!" dedi.
Asım’ın nesli.. diyordum ya.. nesilmiş gerçek,
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmiyecek!



Şüheda göğdesi, bir baksana, dağlar, taşlar..
O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar.
Yaralanmış temiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i..
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi..
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe!" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab..
Seni ancak ebediyyetler eder istiab.
"Bu taşındır" diyerek Kabe' yi diksem başına,
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına.
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namiyle,
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan
Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsam oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana..
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.



Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili Sultanı Salahaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran..
Sen ki, İslamı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki asara gömülsen, taşacaksın.. Heyhat!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat..
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber
Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber...


Mehmet Akif Ersoy
Not : Bu fotoğraf beni inanılmaz etkiler.. :( Rabbim onlardan binlerce kez razı olsun, bizleri de şefaatlerine nail eylesin...

15 Mart 2010 Pazartesi

DAHİLEK YÂ RESÛLALLÂH...



DAHİLEK YÂ RESÛLALLÂH

Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ Resûlallâh..
Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ Resûlallâh..
Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ Resûlallâh..
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh..

Yanan kalbe devâsın sen, bulunmaz bir şifâsın sen..
Muazzam bir sehâsın sen, dilersen reh-nümâsın sen..
Habîb-i Kibriyâsın sen, Muhammed Mustafâ’sın sen..
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh..

Gül açmaz, çağlayan akmaz, İlâhî nûrun olmazsa..
Söner âlem, nefes kalmaz, felek manzûrun olmazsa..
Firâk ağlar, visâl ağlar, ezel mestûrun olmazsa..
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh..

Erir cânlar o gül-bûy-ı revân-bahşın hevâsından..
Güneş titrer, yanar dîdârının, bak, ihtirâsından..
Perîşân bir niyâz inler hayâtın müntehâsından..
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh..

Susuz kalsam, yanan çöllerde cân versem elem duymam..
Yanardağlar yanar bağrımda, ummanlardan nem duymam..
Alevler yağsa göklerden ve ben messeylesem duymam..
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh..


Ne devletdir yumup aşkınla göz, râhında cân vermek..
Nasîb olmaz mı Sultânım haremgâhında cân vermek..
Sönerken gözlerim âsân olur âhında cân vermek..
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh..

Boynu büktüm, perîşânım, bu derdin sende tedbîri..
Lebim kavruldu âteşden döner pâyinde tezkîri..
Ne dem gönlüm murâd eylerse taltîf eyle Kıtmîr’i..
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh..

Yaman Dede



Dahilek: Sana sığındım
Hûn: Hor ve zelil olmak
Şevk: Arzu
Nîrân: Nurlar, ateşler
Bezm: Sohbet meclisi
Figân: Bağırıp, çağırma
Cemâl: Güzellik, yüz güzelliği
Ferah-nâk: Neşeli, sevinçli
Muazzam: Büyük
Sehâ: Cömertlik
Reh (râh): Yol
Reh-nümâ: Yol gösteren
Habîb-i Kibriyâ: Hz. Peygamberimizin özel sıfatlarından
Felek: Gök, devir
Manzûr: Bakış
Firâk: Ayrılık

14 Mart 2010 Pazar

KARDELEN..



KARDELEN


Bu bendeki bir dert ki,anlatamam kimseye..
Kulak verip de beni dinler misin kardelen?
Sardı tüm benliğimi, mecalim yok gülmeye..
Sende benle ağlayıp, inler misin kardelen?

Mis gibi sıla kokan eş, dost mektuplarında..
Taze güller yeşerir eski anılarında..
Hatıralarla dolu gurbet akşamlarında..
Hasret denen türküyü söyler misin kardelen?

Bütün duyguları bir deftere yazmanın..
Dertlerini duymayan duvara anlatmanın..
İçinde ne var ise hep içine atmanın..
Ne demek olduğunu bilir misin kardelen?

Dostu oldum kaç defa sabahsız gecelerin..
Defterimde yeri yok, anlamsız hecelerin..
Çözemedim bir türlü bu zor bilmecelerin..
Cevabını sen bana çözer misin kardelen?

Ne kadar tatırsa da ayrılık acısını..
Unutamazsın yine onun hatırasını..
Bir kenara bırakıp acısı, tatlısını..
Hepsini bir kalemde siler misin kardelen?

Anlat sende içini, dök dışına ne varsa..
Hiç düşünme kalbimi, bırak yansın yanarsa..
Bu derdi sen benimle paylaşır mısın, yoksa..
Bakıp bakıp halime güler misin kardelen?

Bilirim ben yerini, sormam sana nerdesin..
Senin yurdun dağlarda, sen hep yükseklerdesin..
Nasıl gelsem yanına, sen hep yükseklerdesin..
Eğilip de elimden tutar mısın kardelen?

Ah gurbet, sen içimde dinmeyen bir sancısın..
Bazen iyisin amma çoğu zaman acısın..
Ey kardelen! Sen bana neden yabancısın..
Çaldım işte kapını, açar mısın kardelen?

Senin de gözlerin yaşlı, ağlamışsın besbelli..
Yoksa sen de benim gibi naçar mısın kardelen?
Bu topraktan çıkıp da dağları delmişsin ya..
Mevsimin gelmeyince açar mısın kardelen?

Derdimi de dinledin, sana ağır gelirse..
Yine toprak altına kaçar mısın kardelen?
Ya ölüm günü gelip de alırlarsa ruhumu..
Benimle gökyüzüne uçar mısın kardelen?

Hayrullah Paşalıoğlu

12 Mart 2010 Cuma

CENNETİM OLUR MUSUN?



CENNETİM OLUR MUSUN?


Elini tutsam, dünyanın öbür ucuna benimle birlikte gelir misin? bekle desem, dünyanın bir ucunda beni bekler misin?

Denizimde fırtınalar çıktığında limanım olur musun? karanlık bastırdığında deniz fenerim, hava açınca yıldızlarım olur musun; bulutlar göğü kapladığında pusulam?

Mihengim, turnusol kağıdım olur musun? yüreğimin suyu bulandıkça onu durultacak iksirim?

Kapılar kapandığında kapım, yollar aşındığı vakit yolum, saklanmak istesem duvarım olur musun? özgürlüğüm ve mapusanem?

Üşürsem evim olur musun? yorganım, ana kucağım? çölümde vaha olur musun? vahamda hurma ağacım?

Dağın tavşanı, çölün ceylanı, gecenin hayalleri bağrına bastığı gibi beni bağrına basar mısın? şak şak yarılsa bile gökten umudunu kesmeyen kıraç tarlalar gibi umut bağlar mısın bana? gitmek istersem kanatlarım olur musun? kalmak istersem ayağımda prangam?

Hurilerim olur musun? kudret helvam ve bıldırcınım? soğanda sarımsakta gözüm yok, tih çölü sürgününde gözüm yok. ateş almaya gidersem, kırk vakit sonra dönsem bile aynı yerde beni bekliyor olur musun?

Kavmim beni terk ederse ve ben kavmimden kaçarsam, bir kez arkana bakmadan arkamdan gelir misin?

Ot bitmeyen bir vadide yalnızca Allah’a emanet edip gidersem, sen de beni kınamaksızın O’na güvenir ve sa’y eder misin?

Ümidimi kaybettiğim anda ümidim, neş’emi kaybettiğim zamanlarda coşkum, kalbim işgale uğrarsa halaskârım ve rehberim olur musun?

Arkadaşım, yoldaşım, sırdaşım, enîsim, huzûrum, sürûrum, nûrum, zînetim, nîmetim,

CENNETİM OLUR MUSUN?

9 Mart 2010 Salı

Ya Sabır...


Rasûlullah (sav) buyuruyor:
" En üstün ibadet, sıkıntı anında sabırla kurtulmayı beklemektir.."
(Beyhaki)

Noksanım, Eksiğim, Muhtacım...


NOKSANIM, EKSİĞİM, MUHTACIM...

İş bulamadığım günler oldu..
Aç kaldığım anlar oldu..
Utandığım zamanlar,horlandığım mekanlar oldu..
Belki bu yazıyı tamamlayamadan..
Belki yarın,öbür gün ama mutlaka bir gün..
Dört omuza,beyaz beze bürünüp kabre konucam..
İşte en muhtaç olduğum gün o gündür ..
Orda ümitler bitmiş..
Sevgiler yitmiş..
Sevgilerim çekip gitmiştir...
Noksanım,eksiğim,muhtacım..

Kapıların suratıma çarpıldığını..
Yüzüme nefretle bakıldığını..
İnsanların benden sıkılıdığını hatırlarım..
Ne yaparım çorbamı pişirmez,gömleğimi yıkamazsa karım..
Ne yaparım ihtiyarlayınca bana yüz çevirirse çocuklarım..
Noksanım, eksiğim,muhtacım..
Ama en muhtaç olduğum gün kabre konduğum gündür..

Amirdim dürüst ve güvenilir memura muhtaç oldum..
Memurdum amire muhtaç oldum..
Servetim oldu, istifade edebilmek için..
Zaman, zemin ve sağlığa muhtaç oldum..
Muhtaçlığım bitmedi
Hala eksiğim,
Hala noksanım,
Hala muhtacım,
Ama en muhtaç olduğum an kabre konduğum gün,
Kabre konduğum andır..

Gayrısı hikayedir,
Gayrısı yalandır,
Gayrısı bir ömür bile sürse aslında bir andır..
Noksanım,eksiğim,muhtacım..

Bülbül güle,ifadem dile,sağ elim sol ele muhtaç..
Secdem kapanan alnıma,kıyamım doğrulabilen bele muhtaç...
Mektubum pula,
Ayaklarım yola,
Çiçeğim dala,
Nefsim mala muhtaç...

Bir bardak suya hasret kaldığım,
Korkulu düşlerle uykumu böldüğüm,
Ayıbım ortaya çıkar diye yaşarken öldüğüm,
Aklımı oynatıp acınası halime güldüğüm günlerim oldu.
Hep noksandım,
Hep eksiktim,
Hep muhtaçtım,
İllede en muhtaç olduğum gün..
Kara toprağa gömüldüğüm gündür..

Hatırlıyorum yoğun bakımlarda kaldım..
Bir merdiven inemediğim..
Bir yanıma dönemediğim..
Bir dostuma bile güvenemediğim günlerim oldu..
O günlerimi bile mumla arıyacağım gün..
Kara toprağa gömüldüğüm gündür..

Bir lokma peşinde topaç edildim..
Kimi yerlerden haksız yere ihraç edildim..
Riyakar insanlara bile muhtaç edildim..
Evet eksiğim,
Evet noksanım,
Evet muhtacım,
Fakat en muhtaç olduğum an..
Kabre konduğum gün..
Kabre konduğum andır..

Çünkü orda ihtimaller bitmiş..
Ümitler yitmiş..
Servetim ve sevgilerim..
Alıp başını gitmiştir..
En garip ve muhtaç olduğum gün..
Kabre konduğum gündür..

EY NEFSİM!! HAZIR MISIN??

8 Mart 2010 Pazartesi

Bugün...


“Bugün hüznün hayale kuyu kazdığı gündür...
Bugün kederden sabrın bile bezdiği gündür..”




7 Mart 2010 Pazar

Gözyaşım Olur Musun..?



GÖZYAŞIM OLUR MUSUN…


Bir garip oldum bugünlerde. Hani ayağın boşluğa düşer gibi olur ya,. Hani bağırmak istersinde soluğun çıkmaz ya.. Ama sözünde gereklidir davaya, işte burada
dilimin tercümanı, soluğuma ses olur musun?

Yazın en uzun günün de, sıcağında kendine geldigi bir vakitte, bir yiğitlik yapsam oruçlara boyansam, iftarım olur musun?

Hani diyorum ki gönlüme.. Deli gönül senide kim seve?
Bu yanlışa kim düşe? Sana da kimler aça gönül denen hanesini, bir umut işte benimkisi.. Tüm utangaçlığınla, gizlisinden ama
Sevdalım olur musun?

Yine huzuruna çıksam yaradanımın, gereğini yapamamanın ezikliği ve utangaçlığımla
Bir sabah namazı vaktini seçsem tövbeye.. Sende benimle olur, alnımı koyduğum
Seccadem olur musun?

Ben bir yanım agrıdımı ona yönelirim hep.. Onsuz kelimelerimden utanmışlığım vardır..
Geceyi ve iki damla gözyaşımı da şahit katarım yanıma..
Ve yakarırım en içtenliğimle, dualarımı sunarım âcizane. Şimdi senide kattım içine
Dualarıma âminim olur musun?

Bir şiir olsam, umuda ve hasrete dair.. İçine de seni gizlesem,
Özlemle yazılmış cümlelerle donatsam, ünlemi de vuslat olsa
Okuyanım olur musun?

Gecenin karanlıgın da yolunu yitirenler, yıldızlara dalarmış.. Yönünü tayin edermiş göğün işaretlerinden. Şimdi ben ki bir meçhule düşmüşüm, yelken alabora. İşte burada bir ışık
Yolumun aydınlatıcı işareti
Yıldızım olur musun?

Keşkeli cümlelerin yoğunlaştığı, geri dönülmezlerin ağır bastığı hayatımda
Bir umut işte gelsem, içine baksam taa gözlerinin, ağlasam sonra
Gözyaşım olur musun.....?

Mehmet DEVECİ

5 Mart 2010 Cuma

Kuyular...

İnsan bir kuyuya düştüğünde, itenin ne önemi vardır ki...
Onu en çabuk şekilde dibe götüren, kendi ağırlığıdır...

John Webster

İnşirah.. İnşirah.. İnşirah...

BİR İNŞİRAH AYETİ KADAR SANA YÖNELMEYE GELDİM…


İnşirâh…İnşirâh…İnşirâh…Hâra düştüm,dilime kan değdi yüreğime od.. Dâra düştüm Ey Rab bana bir inşirah…Ah-u efgânımı bir dinleyiver, bu gece çok karanlık…Katran karası olmuş göğsümü bir açıver…Daraldım…Bir bakıver.. “Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?”(inşirah/1)
Genişlettin ey yar! Dünyadan bunaldığım her vakit, yağmur yağmur yüreğime, damla damla gözlerime düştün.. Semalarda yerim yok bilirim, arşlardan ta ki gönlüme düştün.. Yaralar bedenimde yol çizerken adeta, tuz değil, sen gönlüme tılsım sürdün.. Dünya zemininde ayaklarım kayarken bir bilinmezliğe, tut n’olursun bırakma bilmediğim alemlere…Gece ve ben iki biçâre yine kapındayım.Soluklanmak istiyorum Ya Rab! Gece yeminli konuşmuyor benimle.. Gece küskün bana, yalnız bıraktım onu gelirim diye.. Gitmedim ona Ya Rab! Geceler bensiz geçti, seccadeler eşsiz, yıldızlar yoldaşsız kaldı.. Geceye söz verdim gelirim diye, gitmedim.. İhanetim var ona.. Gece yeminli.. Ben sana bugün yalnız geldim.. Terkedilmiş sevdaların mekanından geliyorum.. Yıllanmış sevgilerin koynundan.. Ayrılıklardan geliyorum.. Yalnızlıktan…Gönlümün tenhasından geliyorum.. Gecenin günahlarımı örtmeyen mahremiyetinden geliyorum.. Dünyanın arkamdan yırttığı gömleğimle.. Kimsenin duymadığı ama kulağımı çınlatan aff sesleriyle geliyorum.. Ademin utangaç bakışlarıyla, Nuh’un terk-i diyarıyla bir yunus affı edasıyla geliyorum.. Daraldım Ya Rab! ‘kabul’ ümidinin ferahlığıyla geliyorum.. Yüreğim üşüyor artık, mahşeri bir yalnızlıkla geliyorum.. Aç Ya Rab n’olursun aç göğsümü tekrar bir köz değdir.. İçimin vahalarından kurtar beni.. İnşirah inşirah inşirah…Ayet ayet genişlet beni..
“Yükünü senden alıp atmadık mı? O senin belini büken yükü .. ”(inşirah/2) Attın ey yar! Ben bilemedim yükümün azaldığını ama sen hafiflettin beni.. Dünyanın omuzlarıma yüklediği bu ağırlık, yüzümü yere düşürmeye başlamışken, bu yükü benden alarak belimi sen doğrulttun.. Rükuya eğilen bir beden senin karşında yüce makama erdi.. Secdeye değen baş, merhametinle sana erdi.. Oysa ben bilemedim.. Kirlenmiş yüreğimle, sözlerimi dünyaya aşina ettim kapıldım bu misafirhanenin işvesine.. Şimdi temaşa bile edemiyorum masivayı.. Aydınlanmıyor gözlerim, yeşermiyor kırık düşlerim.. Yoksa Ey Rab ben, sen olan benliğimi çoktan mı tükettim…Züleyha kadar günahkarım,Yusuf kadar masum olmak isterdim oysa ama ben düştüğüm zindanda ezilecek kadar günah topladım.. Yüküm ağır…Tüm zerrelerim affına sığındı…Mecalsizim, hissizim, bir o kadar da cahilim…Al yükümü Ya Rab n’olursun al belimi büken bu yükü tekrar hafiflet beni.. Doğrult ki beni, yüzüm sana dönebileyim.. Elimi sana açabileyim.. İnşirah inşirah inşirah…Ayet ayet doğrult beni..
“Senin şânını ve ününü yüceltmedik mi?”(inşirah/4)
Yücelttin ey yar! En şerefli varlık olarak açtım dünyaya gözlerimi.. Mahlukata halife eyledin.. İns-an makamında ruhuma can verdin.. Verdin de ben kıymetimi bilemedim.. Aklımı sürgün ettim mantığın hiç uğramadığı yalancı uğraşlara.. Her mevsim yağmur yağarken ruhuma, nadasa bıraktım kurak gönlümü.. Her insan ektiği biçer değil mi Ya Rab! Günah ektiğim bahçelerde kara güller büyüdü, kokusuz renksiz.. Işığım bir mumun aydınlandığı kadar, verdiğim bir aldığım kadar fakat ben olamadım bir senin bana biçtiğin değer kadar.. Biraz mağrur, biraz bizâr, biraz da kendimi şekva ile geldim.. Değersizliğimi bilerek, mecruh bir hal ile geldim işte…Sen şanımı yüceltirken, ben bir o kadar acziyetimle, nasır tutmuş ayaklarımla, kör olmuş gözlerimle, karalanmış hanemle geldim.. Kalbimi avcuma sıkıştırarak, rengini kimse görmesin diye saklayarak getirdim.. Amansızım, dermansızım, fermansızım.. N ’olurs un Ya Rab yeniden yücelt beni gönül gözümden geçir beni.. Gözyaşına gark eyle beni eyle ki insan bileyim kendimi.. İnşirah inşirah inşirah ayet ayet yücelt beni.. “Yalnız Rabbine yönel.” Hayatın koylarından çıkıp senin limanına yöneldim Yar Rab!Sen ki sana gelmeyene dahi lütfederken, bilirim geri çevirmezsin beni kapından.. Nihayetsiz acziyetimle, dünyevi arzuların kıvrımlarından, yokuşlu yollarından, ben kendimden geçerek sana geldim bu gece.’kün’ diyerek eyleyiverirsin diye bir ferman, ben ahvalimi dökerek sana geldim Ya Rab!.Benim sana anlatmaya halimi kelama ne hacet, sen beni bilirsin benim halim zaten aşikâr.. Kurtar n’olursun bitsin artık bu esaret! Nefsanîyetin haysiyetini huzurda kırmaya geldim.. Bakıp görmeyen gözlerimi sende açmaya, atıp yanmayan kalbimi sende yakmaya, her boşluğa sayan ama her daim seni anmayan dilimi konuşturmaya, sana muhtaçlığın şerefini başıma taç etmeye geldim.. Sevdası her şeyden âlâ n’olursun aç yüreğimi ben senden bir inşirah istemeye geldim…İnşirah inşirah inşirah ayet ayet ferahlamaya geldim.. N’ola ahh n’ola Ya Rab , ben sende kalmaya geldim.. Bir inşirah ayeti kadar sana yönelmeye geldim…

4 Mart 2010 Perşembe

Cuma...


Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“ Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.”
(Cuma, 9)

Tamam Gidiyorum...




Tamam Gidiyorum..


Nasılsa beni senden soracak hiç kimsemiz yok..

Nasılsa beni yolcu etmen için hazırdır nedenlerin..

Merak etme beni..

Nasılsan öyledir halim..

Yanında olamayacağım her mesafede..

Saçına dokunma isteğimin ihtimali dahi yok artık..

Bu yüzden önemi de yok nerde olacağımın..

Ve seslenen sen olmayacaksın madem..

Bana sanıp adımı duyacağım hiçbir yöne kalbim çarpmayacak..

Siyah şimdi daha mı çok yakışacak bana..

Oysa ne çok dilerdim geceyi kıskandıran gözlerine bürünmeyi..

Kaç bin adım sonra hayalin silinir gözlerimden..

Peki üç cümlenin birinde adını anma alışkanlığım tükenir mi ?

Bahardı gözlerin..

Şimdi takatim yeter mi boynuma kadar kış mevsiminden geçmekten..

Elime dahi dokunmadan nasıl verdin bana bu şekli..

Sen varsın..

Gerçeksin madem..

Nasıl benden bahsedebiliyorum..


Ardından kaç yıl sonra yollarsın sende kalan aklımı..

Aklım bulunca tanır mı senden geriye enkaz kalmış beni..

Şimdi yetimler mi muktedir ruhumu teskin etmeye..

Nasıl bir sensizliğe düştüm ki..

Dünya koca bir çukur gibi bedenime..

Allah aşkına değmesin saçlarına artık şimal rüzgârları..

İzin verme..!

Bilirim kokunun aşamayacağı uzaklık yok..

Bilirim gelirde beni kefenler nefesin..

Ölmemi istemezsin..

Şimdi dokunman gereken alnıma duvarlar çarpar..

Nerdesin..!


Mehmet ERCAN

2 Mart 2010 Salı

Hayırla Yaşamak...

Rasûlullah (sav) buyuruyor:
“Mü’minlerin îmân bakımından en mükemmeli, huyu en iyi olanıdır. Hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlardır.” (Tirmizî, Radâ` 11. Ebû Dâvûd)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...