28 Ocak 2010 Perşembe

Hattat ve Ta...




Adını bilmezdi kimse, Hattat’tı sadece. Peçesinden ve eteğinden kadın olduğu bilinirdi herkesçe. Narin, zarif, kırılgan elleriyle padişaha yazılan naatların ilk harfiyle son harfini kondururdu samanın adab-ı muaşeret görmüşüne. Her harfi büyük bir özenle çiziktirirdi.

Yassı kalem derdi, odunumsu sazdan kalemine. Yassıydı vav gibi, kaf gibi, dümdüzdü elif gibi.Her harfin ayrı bir anlamı vardı. İngiliz kraliyetine yazılan mektuplarda he’ye özenirdi. Kadınların gözlerine tuttukları merceklere benzetirdi onu.

Nasıl gelmişti buraya kadar her mektupta bunu düşünüyordu. Erkeklerin olduğu bir dünyada Tekti. Bu yüzden Talihsizdi. Hayatın yeknesaklığında Tıynetsizdi ama gelmişti işte. Padişah en özendiği mektuplarda ona bir harf çizdirirdi. Nam salmıştı tüm komşulara, peçelinin çiziktirdiği harf yoksa mektuplarda, susardı mektubu okuyan kâtip. Aslında kâtip okumaz mektupları ama görmek için, yazmak için peçeli gibi, kâtip okurdu her komşuda. Kimse yazamazdı onun gibi, kimse batıramazdı elifi andıran yassı odunu hokkaya.

Her harf için ayrı heyecan tadardı boğazında, ramazan ayında baş tellal’a verilecek fermana koca bir ra kondurmuştu büyük bir zevkle.

En çok yazdığı, yazarken heyecanlandığı, yazarken duraksadığı, yazarken sustuğu, yazarken yazmak istemediği ve en çok yazmak istediği ta’yı çizmeye başladı kâğıdın ortasına. Durdu… Mürekkep yaladı ta’nın uzun yolunu.

Hiç anlayamadı ta’yı niye böyle yazdığını. Yeşil bir ta, siyah bir ta, kırmız ve mavi karşımı mor bir ta ama en çok siyah. Hangi renk olursa olsun en güzeli oydu; “ta”. Utanıyordu bu zevkinden. Şevketlü sultana yazarken değil de bomboş samana ta’yı çizerken duyuyordu bu heyecanı.

Bilmedi kimse Peçeli Hattat’ın derdini. Herkes o çizerken titrediğini gördü, ta’ya yol yaparken. Kimse sormadı nedenini, sorsalar da anlatamazdı, o da bilmiyordu niyesini.

Validesi gördü bir gün, biriktirdiklerini. Siyah feracenin altında yaşayan narin bir hayal olduğunu düşünürdü kızının. Sadece hayal. Ve bilmezdi kızının siyah feracesini gönlünü kimseye kaptırmamak için giydiğini.

Yaşı gelmişti Peçeli Hattat’ın. Mürüvveti görülmeliydi onun da. Sevgilisi sadece yassı kalem ve samanlar olmamalıydı yarı. Utandı valide bunu düşününce ama sordu kendine bu ta’lar da neyin nesiydi diye?

Tüm bildiklerini saydı valide isim isim. Tahsin dedi önce, ardından Talih diye haykırdı kendi kendine. Yoksa bir Tekfur muydu bu ta’ların sahibi yanılmıştı Tekfur ta ile yazılmıyordu ki. Komşunun oğlu Tarık mıydı? Bulmuştu… Paşa hazretlerinin sahabeden gelen pek duyulmamış isimli oğlu Talha’ydı, Peçelinin gönlünü çalan. Sevindi buna valide hanım. Paşanın oğluna gelin edecekti kızını. Hem de Peygamberimize komşu olacak sahabenin adındandı damadının adı.

Sustu uzun süre valide hanım. Tek kelime etmedi kızına. Kızı hala gelip gidiyordu saraya, Peçeli Hattat adıyla. Geldiğinde mum ışığında oturuyor, sabah ezanı delene kadar uykusuzluğunu ta çiziyordu.

Bıkmıştı arık valide Peçelinin bu ta merakından. Sıkılır olmuştu padişah her ta’da bu kadar titreyen Hattat’tan.

Validesini çağırdı Peçeli’nin, neyin nesi’dir diye sormaya. Bilemedi valide ne cevap vereceğini. Makamı ayyuka çıkmış Peçeli Hattat’ın derdini duysa padişah, yer ile yeksan edebilirdi, Peçeliyi, harflerini, samanlarını ve mürekkebini. Ama dayanamadı valide ve anlattı devrin hikmetlisine, şevketlisine…

Sustu padişah sükût’a hayat verircesine. Söyletmeliydi Peçeliye kalbine saplanan derdi. Çağırdı Peçeliyi makamına…

Bu kez dedi, başka yazacaksın görelim marifetini. Selam eyle Âlemlerin Efendisine önce. Sonra bir naat yaz ardında giden sahabelere ve Talha bin Ubeydullah’ı konuştur efendisiyle.

Ta’yı duyunca titredi Peçeli derinden. Hiçbir şey söylemeden çıktı makam-ı aliye’den.Gitti ve çizdi hattını en güzel parşömene. Mor bir ta ile başladı konuşturmaya Talha’yı. Gecelerce yazdı peçeli padişahın dilediğini. Hem yazıyor hem ağlıyordu. Utanıyordu Âlemlerin efendisine yazarken hissedemediği için ta’ya duyduklarını. Başına gelmişti yıllarca korktuğu. Bırakmalıydı bu işi. Düşündükçe ağlayası ağladıkça, bırakası geliyordu. Kibir denilen illet girmiş miydi kalbine bir zerre tanesi. Nice krallara nice fermanlara nice mektuplara çizmişti hattını. Bunu duymamıştı hiç. Acıyordu kalbi Peçeli Hattat’ın. Gecelerce yazdığı ta’lara baktı. Hepsi Et-Tevvab’ın ta’sıydı.

Kimsenin bilmesini istemiyordu Peçeli yanlış ta’yı çiziyordu bilerek samana, te çizseydi anlayacaktı herkes ve ezilecekti Hattat yaptığından övünüyormuş sandıklarında…Korktuğu tövbeleri kabul eden Âlemlerin Rabbi ya ben kulunun kalbine giren bir damla kibirden tövbemi kabul etmezseydi…

Bunca ta’nın yüreğini oynatması, elini titretmesi ve sabah ezanlarının arşınladığı odalarda ta çizmesi bundandı. Tevvab olan Rabb-ü Rahim ya onun tövbelerini kabul etmiyorsa.

Tevvab olan Allah, makama mansıba meyletmesin diye ta çizen ve titreyen Peçelinin tövbesini katından geri gönderiyorsa…

“Ta” işte hepsi bu… Yazmadı Peçeli bundan sonra ve gömülmedi yassı kalem hokkaya.Herkes öldü bildi Talha’yı Hattat’ın kalbinde ama onda yer yoktu ne Talha’ya, ne makama, ne valideye…

Tövbeleri kabul eden Tevvab onunkini kabul etmediyse sükût’u yaşasın dünya, Hattat’ın nezdinde…



ŞAFAK MERİÇ (Dilhane dergisinden alıntı)

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...