Ne recâ-yı vasla gayret, ne firâka kudretim var...
( "Ne hâlimi arz etmeye cür'et edebiliyorum, ne de feryat etmeye takatım var. Ne vuslat umudu için gayrete geliyorum, ne de ayrılığa güç yetirebiliyorum." )
Şiir gibi bir ev.. Yeryüzünün en saadetli evi.. Efendimiz ve Aişe annemiz.. 11 kadının hikayesini anlatıyor annemiz.. Yemenli, 11 kadının hikayesi.. Bu kadınlar bir araya gelmiş.. Kocalarının hallerini anlatıyorlar.. Ama önce kesin söz veriyorlar.. Hiçbir şey gizlemeyecekleri hususunda.. Ve birinci kadın başlıyor.. Benim kocam yalçın bir dağın başındaki zayıf bir deve gibidir.. kolay değil ki çıkılsın.. semiz değil ki götürülsün, sert mizaçlı huysuz, gururlunun tekidir.. ikinci kadın anlatır.. ben kocamın kötü huylarını anlatmak istemem ,korkarım.. eğer anlatmaya başlarsam büyük küçük herşeyini söyleyip.. geriye hiçbir şey bırakmamam gerekir.. buda kolay değil, vakit yetmez.. sıra üçüncü kadındadır.. oda kocasının kötüler.. benim kocamın boyu uzundur ama aklı kısa.. konuşursam boşanırım.. konuşmazsam muallakta kalırım.. dördüncü kadın kocasını över.. benim kocam tihame gecesi gibidir.. ne sıcaktır ne soğuk.. ne korkulur ne de usanılır.. söz beşinci kadındadır.. kocam içeri girince pars.. dışarı çıkınca arslan gibidir.. bana bıraktığı ev işlerinden hesap sormaz.. altıncı kadın anlatır.. benim kocam da yedimi üst üste katlayıp yer.. çok yer, içtimi sömürür.. yiyip içmekten başka bişey düşünmez.. yedinci kadın bir ahhh çeker.. benim kocamın işi sadece beni dövmektir der.. başımı yarar, vücudumu yaralar.. bunları yapmak için eline ne geçerse kullanır.. sekizinci kadın kocasını tavşana benzetir.. Ve bir cümle ile anlatır.. güzel kokulu bitki gibi hoş kokar.. dokuzuncu kadın anlatır.. benim kocam boylu posludur.. evi rahattır.. ocağının külü çoktur.. evi meclis gibi bir adamdır, misafir perverdir.. onuncu kadın anlatır.. benim kocam da maliktir.. akıl ve hayalinizde geçen her hayra maliktir.. onun çok devesi vardır.. develer, kesilmek üzere bekletilir.. Ve söz.. onbirinci kadındadır.. söz Ümmü Zer dedir.. kocam Ebu Zer'di.. amma ne Ebu Zer.. Ebuzer beni şîk denen bir dağ kenarında.. bir miktar davarla geçinen bir ailenin kızı olarak gördü.. kulaklarımı ziynetlerle doldurdu.. beni hoşnut kıldı.. kendimi bahtiyar ve yüce bildim.. beni atları kişneyen, develeri böğüren.. ekinleri sürülüp daneleri harmanlanan.. müreffeh ve mesut bir cemiyete getirdi.. ben onun yanında söz sahibiydim.. hiç azarlanmadım.. akşam yatar, sabaha kadar uyurdum.. doya doya süt içerdim.. Bir gün Ebu Zer evden çıktı.. Her tarafta süt tulumları yağ çıkarılmak için çalkalanmaktaydı.. Yolda bir kadına rastladım.. Kocam bu kadını sevmiş olacak ki.. Beni bıraktı, onunla evlendi.. Ondan sonra; Bende bir başkasıyla evlendim.. Oda iyi bir adamdı, bu kocamda bana ; Ey ümmü zer ye, iç yakınları ihsanda bulun derdi.. Buna rağmen.. Ben bu ikinci kocamın bana verdiklerinin.. hepsini bir araya toplasam... Ebu Zer'in en küçük kabını dolduramaz…… Yemenli onbir kadının hikayesi bitmişti.. Efendimiz.. Aişe annemize gülümseyerek baktı.. Eyy aişe.. ben sana Ebu Zer in ümmü zere nispeti gibi.. Şu farkla ki.. Ebu Zer Ümmü Zer'i boşadı. . Ben seni boşamıcam.. Biz beraber yaşayacağız.. Aişe annemiz, ya Resulallah dedi.. Beni nasıl seviyorsunuz ? Efendimiz.. Yine tebessümle cevap verdiler.. Eyy Aişe İlk günkü gibi.. KÖRDÜĞÜM gibi...
“Bir kimse, bir mü’minden dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da kıyamet gününde o mü’minin sıkıntılarından birini giderir. Bir kimse darda kalana kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve âhirette kolaylık gösterir. Bir kimse, bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve âhiretteki ayıplarını örter. Mü’min kul, din kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da o kulun yardımındadır. Bir kimse ilim elde etmek için bir yola girerse, Allah da ona cennetin yolunu kolaylaştırır. Bir cemaat, Allah Teâlâ’nın evlerinden bir evde toplanıp Allah’ın kitabını okur ve onu aralarında müzâkere eder, anlayıp kavramaya çalışırlarsa, üzerlerine sekînet iner ve kendilerini rahmet kaplar. Melekler onları kuşatırlar, Allah Teâlâ da onları kendi nezdinde bulunanların arasında anar. Amelinin kendisini geride bıraktığı kişiyi, nesebi öne geçirmez.” (Müslim, Zikr 38. İbni Mâce, Mukaddime 17)
Nerden çıktın karşıma böyle Sitare.. Efsaneler dökülüyor gülüşlerinde.. Kirpiklerin yüreğime batıyor.. Telaşlı bir kalabalığın ortasında.. Ayaküstü konuşuyoruz.. Nedimin nigehban nergisleri gibi.. Üstümüzde bütün nazarlar.. Çok utanıyorum Sitare.. Dün oturup hesap ettim.. Sen doğduğun zaman.. Ben bir askeri mektepte talebeymişim.. Sen bilmezsin Sitare.. Burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tespih.. Geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu.. Her akşam dokuzda yat borusu çalardı.. Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı.. Bir derin uykuya atardım kendimi.. Siyah benli bir kız düşlerime kaçardı.. Bende onu alır anamın düşlerine kaçardım..
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum.. Gözlerin mi daha sıcak gülüyor.. Yoksa dudakların mı anlayamıyorum..
Seninle konuşurken Sitare.. Aklıma yıldızlar dökülüyor.. Bir çaresiz Zühre oluyorsun Babil caddelerinde.. Ateş gözlü kahinler koşuyorlar arkandan.. Binlerce meşalenin ışığı kımıldıyor saçlarında.. Gökyüzü salkım salkım.. Zigguratlar tıklım tıklım.. Dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım.. Ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım.. Kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan.. Kimi gün inatçı yosunlar gibi kepez diplerine yapışan aklım.. Gözlerine baktığım zaman Sitare.. Bütün çöllere ay doğuyor.. Yoldaş ediyorum kendime İmrül Kays’ı Antere’yi A’şa’yı.. En kuytu vahaları dolaşıyorum.. Hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş Sitare.. Çadırla su arasında bir cılga var.. O cılgada narin ayak izlerin var.. Durgun suya düşüp kalmış gözlerin var..
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum.. Gözlerin mi daha sıcak gülüyor.. Yoksa dudakların mı anlayamıyorum..
Bazan sapsarı bir benizle geliyorsun.. Yorgun çizgileri alnında uykusuzluğun.. Biliyorum içinde bir sızı var.. Bıçak ağzı gibi bir sızı var.. Bu sızıdır işte seni verimsiz kılan.. Züheyr’in Suad’ı gibi keremsiz kılan.. Kuzeyden güneye.. Güneyden kuzeye.. Heyy! Gidip geliyorum bu çöllerde.. Kureyş’in heybetli ve inatçı develeri.. Hiç aldırmadan benim esmer sevdama.. Geviş getiriyorlar ufka bakarak.. Ben kaçıp Yesrib’e sığınıyorum.. Yesrib bahane, bir kitaba sığınıyorum.. Dağda, ovada, badiyede okuduğum hep elif.. Elif diyorum Sitare, sineme elif çekiyorum.. “Ah minel aşk-ı ve halatihi..” Çok eski bir gerçektir bu biliyorum..
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum.. Gözlerin mi daha sıcak gülüyor.. Yoksa dudakların mı anlayamıyorum..
Sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz.. Ve ikimizde ıslanıyoruz.. Ben ne yağmurlar gördüm Sitare.. Ben kaç kez iliklerime kadar ıslandım.. Bilmiyorum sen kaç yaşındaydın.. Ben göğü hep bir kurşun gibi ağır.. O şehirde sırılsıklam gezerdim.. Bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan.. Tapınaklar insanları safra gibi atardı.. Sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı.. Bir gün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürdü beni.. Gidip bir Uygur çadırında göğü dinledim.. Kara bulutlar kükrerken bir Kaşkar sabahında.. Oturup Aprunçur Tigin ile seni konuştuk.. Bakışlarımı sunuyorum, tereddütsüz alıyorsun.. Gizli bir tebessümle çağırıyorum, geliyorsun.. Kaşı karam, gözü karam, saçı karam.. Umay gibi yumuşak huylum.. Nerden çıktın karşıma böyle.. Sesin ılık bir bahar güneşi gibi ığıl ığıl akıyor içime.. Asya’nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime.. Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitare.. Adam akıllı yorulmuşum.. Ellerin böyle olmamalıydı.. Ellerine acıyorum.. Ve kim bilir kaç zamandan beridir kalbimi öğütlüyorum.. Durup durup ıssız yerlerde.. “güçlü ol ey kalbim, güçlü ol.. Daha çok işimiz var” diyorum..
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum.. Gözlerin mi daha sıcak gülüyor.. Yoksa dudakların mı anlayamıyorum..